Yine zeytin mevsimine girdik.Bu defa İtalyan zeytini, Bella di Cerignola dedikleri bir cins.İtalyan çizmesinin taa topuğundaki bir bölgeden.Puglia köylüsünün.Italyan Kalamata'sı sanırım.İri,etli Kalamata..
Bir tane Kalamata, Ege' de bir duble rakıyı,Yunanistan'da Uzoyu,İtalya'da kırmızı şarabı,İspanya'da elmalı Sangria'yı içirir.İçkiyi bıraktığımız için bu mevzuyu uzatmayalım gari..
Zeytincinin zeytin aşkı öyle şiirlerde anlatıldığı gibi yüzeysel değildir.
Çileli iştir!
Kasım-Aralık başı zeytin iyice yağlandığında, sabah ayazında çırpmaya gidilirdik.
Annem;" zeytine kurduğum salıncakta büyüttüm sizi" derdi.
Yaygının dışına düşen taneleri, o soğuk, kaskatı kesilmiş topraktan toplamak tam bela bir işti. Amele genelde ilçemizin Romanlarıydı. Onlar üşümezlerdi. Kadın erkek, iç ceplerinden çıkardıkları konyağı yudumlayıp ısınırlar, şarkılar söylerlerdi.
Çırpma işinde mutlaka bir kişi düşer kolunu kırardı.
Toplanan zeytinler genelde ilçenin bir meydanında bulunan tüccar yazıhanelerinin önüne dökülürdü. Bizimkiler genelde yağhaneye götürülür bir kaç gün sonra metal bidonlarda yağ olarak gelirdi. Üç kardeş arasında pay edilirdi.
Evin bodrumunda boyumla bir, tarihi toprak yağ küpü vardı. Kış sabahlarında bir metal kepçe veya bıçakla donmuş yağ kesilir, sobanın üzerinde sarımsı yeşil rengi ortaya çıkardı.
Yağhane deyip geçmeyin.
Şimdiki gibi fabrika yoktu. Yağhaneydi onlar. Her mahallede vardı. Soğuk veya sıcak sıkım, öyle kolay değildi. Zeytin mevsimi boyunca sokak aralarından siyah, pis kokulu, yağlı bir su akıp giderdi.
Geride bıraktığı çamurda çivi batırmaca (çivi batırıp çizgi çekilir ve bir kişinin çivisi labirent içinde bırakılır) oynardık.
Öküz Pazarı denilen yukarı mahallenin yağhanesinin kuyusunda zehirlenmiş bir yağhane işçisinin cenazesinin çıkarılması için kalabalıkta saatlerce beklediğimizi hatırlıyorum.
Yağhane işçiliği kısa sürerdi ama belalı bir işti..
Yemeklik zeytinin kurulması ise evlerde apayrı dostluklar, komşuluklar yaşatırdı. Eltiler, gelinler, konu komşu, birisinin avlusunda toplanırlar, kimi kırar, kimi çizer ve bidonlara basarlardı. Avlumuzda sıra, sıra dizili bidonların haftada bir suyunun süzülüp değiştirilmesi, biz çocuklara da yaptırılırdı.
Bir kaç gün sonra yenen hızlandırılmış zeytinin hafif acımsı, ekşi tadı bambaşka olurdu. Eve gelen misafire, çerez gibi çayın yanında ikram edilirdi.
Yine ilk çıkan yağ, evin gençleri tarafından bakraçlar ile komşulara götürülür kepçe ile verilir, ilk yağ hayrı yapılırdı.
Bu telaşe bittikten sonra, sabun işi başlardı.
Kazandan metal leğenlere dökülen sabun biraz sertleşince kesilirdi. Bugün bile zeytin sabunundan şaşmıyoruz. (Şampuana geçiş yapamadık.)
Sıra zeytin çırpısına gelir.
"Çırpıya gitmek" olarak öğrendiğimiz budamadan sonra, avluya indirilen çırpıları babam ile (ışıklar içinde yatsın) beraber tırpanlarla küçültür kışlık odun yapardık.
Yağlı zeytin çırpısı guzineli sobayı kıpkırmızı yapar, sıcaktan duramazdık yanın da.
Zeytinliklerin sınırlarında incir ağaçları vardı.
Neden incir ağaçları olduğunu yıllar sonra öğrendim. Sinek zeytine değil de incire gitsin diye dikmiş eski insanlar. İspanya'daki zeytinliklerde incir ağaçlarını görünce, çocukluğumuzda yediğimiz o kocaman incirlerin tadını özlediğimi fark ettim.
Kudretli bir ağacın meyvesidir zeytin…
İlçemizde 1540 yaşında koruma altına alınmış anıt zeytini görmeye gidebilirsiniz.
Unesco'nun bu yıl ilan ettiği " korunması gereken değerler" olan zeytinyağlı yemeklerimizi yiyebilirsiniz…
Tarihte ilk felsefe okulu zeytin ağacının altına kurulmuş. Yunan felsefe ve demokrasisi zeytinliklerde yapılan tartışmalardan çıkmış.
Yavuklular gizli buluşmalarını zeytinliklerde yaparlardı.
Büyüklerimiz," zeytin kurulan evde dirlik olur" derlerdi..
Yakınlardaki arkadaşlarımızı, kurduğumuz zeytini yemeye ve mitolojideki zeytin hikayelerini konuşmaya bekleriz.
Bahadır Özerdem
|