Yazı Detayı
06 Haziran 2021 - Pazar 17:45
 
Kadın Hakları ve İstanbul Sözleşmesi
Elif Ugan
 
 

Kadın hakları, kadınların hem kamusal hem kişisel hayat ve alanlarında erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini savunur. Kamusal hayatta bu eşitliği kanunla birlikte sağlayabiliriz fakat konu kadınların kişisel hayatlarındaki özgürlüğe ve eşitliğe gelince herhangi bir kanun veya yasak konulamaz. Bu eşitlik temelde erkek kadın ayırt etmeksizin eğitim ve öğretimle bilinçlendirebilir. Bunun için de bir çocuktan başlayıp tüm nesli ardındakileri de unutmadan yetiştirmek uzun zaman alan bir yöntem olsa da kesin bir çözümdür. Ancak bir nesli bilinçlendirebilirsek gelişebiliriz.

Kadın haklarına niye ihtiyaç duyuyoruz?

Bizi haklarımızı korumaya iten güvensizlik nereden geliyor?

Geçmişten bugüne bir kadını düşündüğümüzde geldiğimiz yer müthiş ilerlemiş görünüyor. Ama neden böyle bir fark var?

Ki 18. Yüzyılda bir kadının hayatında yaşadığı zorbalığı, şu anda da yaşayan kadınlar varken bile, böyle bir karşılaştırma yapmak şaşırtıcı. Bu eşitsizliğin ve adaletsizliğin nedeninin temelde toplumsal cinsiyet olduğunu düşünüyorum.

            Toplumsal cinsiyet herkesin toplumda üstleneceği rolü oynaması gerektiğini söylerken kadın ve erkek arasında farklar yaratıyor. Örneğin;  “Bugün doktora gittim reçeteye iğne yazmış hemşire bana iğne vurdu” gibi sıradan bir cümlede doktoru erkek hemşireyi kadın olarak kafamıza kodlandığını anlayabiliriz. Çünkü bu dönem veya gelişmişlik fark etmeksizin geçmişten gelen bir kodlama. Bunu değiştirmek zaman alacağı gibi kuşkusuz  zor da. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlandığı ölçüde, kadınları korumak için yapılan sözleşmeler ve kanunlara duyulan ihtiyaç azalacaktır.

            Toplumsal cinsiyet derken feminizme duyulan önyargıdan bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Aslında her ne kadar etraflıca anlatmak istesem de zaman zaman ince detaylara giriyorum. Feminizm de böyledir. Bir grubun üstünlüğünü savunmaz. Kadınları o dönemde anlayan ve durumlarını gören erkek olmadığı için düşünen ve çabada bulunan yine kadınlar olmuştur belki de. Ama günümüzde kadınları gören, duyan ve anlayan erkeklerin de feminist olduğunu görüyoruz. Çünkü feminizm bir üstünlük savaşı değildir. Kimine göre belki hayatını yaşayış şeklidir, belki bir ideolojidir. Fakat üstünlük savaşı değildir. Toplumsal cinsiyet ayrımı yapmayan, kadını veya erkeği toplumsal soyutlayıcı bir söz veya harekette bulunmayan, herkesi eşit gören ve kadın erkek diye ayırmayıp insan diyen herkes benim gözümde feminizm savunucusudur. Asıl feminizm yıllar içerisinde evrilip yanlış tanım ve anlatılara maruz kalsa da küçük bir araştırma ile aslını ve doğrusunu öğrenmek mümkündür.  

            Bunlardan bahsederken sürekli üzerinde durduğum iki kelime var, adalet ve eşitlik. Adaletin olduğu bir yerde insanlar  kadın ve erkek hakları arasındaki farkın fazla olabileceğini düşünülebilir mi? Böyle olursa bu adaletin ve eşitliğin var olduğuna inanılabilir mi? Burada pozitif ayrımcılık da devreye giriyor. Belki çoğunlukla erkekler bu yüzden karşılar bu duruma. Biz pozitif ayrımcılık da istemiyoruz artık bu dönemlerde. Yaşanan taciz ve tecavüzlerde olduğu gibi en ufak bir hakaret, küçük gören gözler ve sözler bile bizim yolumuza taş koymaktır. Ufak hareketlerden doğar çığlar ve facialar. Bir çocuğu yetiştirirken dikkatsizce söylediğimiz bir kelime bile onu gelecekte kadın düşmanı birine dönüştürebilir. Önce kendimizi sonra çevremizi, çocuklarımızı değiştirerek gelişip geliştirebiliriz.

            Kısaca feminizm hayatımıza yerleşmiş olsaydı biz İstanbul Sözleşmesine, önceki ve sonraki kadın hakları koruyuculuğu görevi üstelenen herhangi bir ögeye ihtiyaç duyuyor olmazdık. Çünkü ne koyulan kanunlar ne de göz korkutan cezalar bizi koruyup güven veremez. Ancak zihinlere yerleştirilen fikirlerle bugünümüzü ve yarınımızı koruma altına alabiliriz. Mevcut durumda İstanbul Sözleşmesi’nin reddi ise yerine söylenen vaatler ne olursa olsun yapılmaması gereken güvensizlik dolu bir eylem. Lakin biz tarihten alışkınız ki bize çok da değer verilmez. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuda çabası göz ardı edilemez. Biraz tarih bilgisi bile Atatürk’ün kadına verdiği değeri görmemizi sağlayabilir. Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1930-1934 arası verilmiştir ve o dönem Avrupa hala bununla mücadele ediyordu.

             Saatler ve sayfalarca yazılıp çizilecek en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi gereken bu konuyu, hemcinslerimizin bile düşünmeden yaşadığını görünce üzülmekten başka bir şey yapamıyorum. Kadının dostu kadındır demek istemiyorum kadının dostu insandır. İnsanın dostu insandır.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan herkes insancıldır.

 
 
 
Etiketler: Kadın, Hakları, ve, İstanbul, Sözleşmesi,
Yorumlar
Diğer Yazılar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı
UA-37277569-1