Haber Detayı
20 Kasım 2022 - Pazar 19:24
 
HİKAYESİZ KÜLTÜRLER YOK OLMAYA MAHKÜM OLUYOR
Dünyada dengeli bir hayat sürmek için sağlıklı hikâyeler ve iyi mitlere ihtiyacımız olduğunu biliyorlardı.
DENEMELER Haberi


Sevgili Dostlar Merhaba!
Uzunca bir aradan sonra sizinle beraberim.

Mutlu muyum? Eh işte !


Üzgün müyüm? Eh işte !


Bugün değişik bir konuya değinmek istiyorum. Sizlerin de kafasını daha önce bir şey kurcaladı mı? Benim epeydir kurcalıyor fakat nasıl yazıya dökeceğimi bilmediğimden dolayı uzunca bir süre bekleme gereksinimi him kendimde. Kısmet bugüneymiş. 


Ben kendim için şöyle söylerim; katılan veyahut katılmayan olabilir. Ben matruşka gibiyimdir. İç içe geçmiş oyuncaktır matruşka... Neden peki böyle düşünüyorum?   Çünkü; ben dışarıda başka olabilirim. Ama içerimde ne olduğunu ancak açınca görebilirsiniz. Açtıkça daha farklı şeyler elde edebilir ve hayatınızdan çıkarma gereksinimi duymazsıniz. Şimdi konuyu biraz daha derinleştirerek ilerleyelim bakalım altından ne çıkacak. İnsanın nasıl yaşayacağını ne olacağını kısacası bu "Insanın kendini öğrenmesi nasıldır?" sorusu  doğanın en zorlandığı alandır?  Bir kayanın nasıl kuma dönüştüğü, şelalenin, dağın nasıl şelale ya da dağ olduğu gibi bir mesele yoktur. Bitkiler için de bu böyledir. Bir papatya ya da bir lale kendilerini oldukları gibi bilirler. Balıklar, kurbağalar, kaplumbağalar, civcivler gibi pek çok hayvan türü doğduktan, kabuğunu çatlatıp çıktıktan saniyeler sonra hayat özgün bir bilgiyle başlamıştır. 


       Tabii ki, çevrelerine nasıl uyum göstereceklerini öğrenmeye devam edeceklerdir ama kim olduklarının onlara öğretilmesi gerekmez. Bazı hayvanlar ana babalarını izleyerek, mesela kurtlar nasıl avlanacaklarını, maymunlar neleri yiyebileceklerini öğrenirler ama kim olduklarının öğretilmesi gerekmez. Filler dışında bu öğrenim süreci de oldukça kısa ürer. 

 

       İnsana gelince, bebeklik ve çocukluk süreci karşılaştırılamayacak kadar uzundur; bu, yetişkinlik dönemine kadar sürer. Hatta biz hiperaktif bir tür olduğumuz için yeni yeni icatlar çıkardıkça, çocuklara öğretecek yeni şeyler bitmez. Lisanı, ateşi buluruz, öğretmek gerekir; yemek pişirmeyi, çakmak taşından alet yapmayı keşfederiz, öğretmek gerekir; avlanmayı, hangi bitkilerin yenilenebilir olduğunu, tarla sürmeyi, tekerleği, yazıyı, buharlı makineleri, arabaları, bilgisayarları ve interneti buldukça, yetişkinliğe giden yolda öğrenilecekler hep artmıştır. Hiç durmayız çünkü. ,

 

       Toplumda sağlıklı ve işlevsel bir insan olmak, doğuştan beraberinde getirdiği bir özelliği değildir türümümüzün. Birkaç küçük çocuğu bir ıssız adaya bırakacak olsak, çevre ne kadar bolluklu bereketli olursa olsun, yetişkin rehberliği olmadan değil sağlıklı biçimde büyümeleri, yaşamaları bile mümkün olamayacaktır. Öğretmek ve öğrenmek dediğimiz bu devasa “işlem sistemi”nin problemi, insanların ne öğreneceğinin onlara nelerin öğretildiğine bağlı olmasıdır. Bir çocuğa saldırgan olmak öğretildiğinde, saldırgan olacaktır. Bir çocuğa Dünya’yı sevmek ve saymak öğretildildiğinde yetişkinliğinde çok sevecek, umursamaması öğretildiğinde acımasızca tüketecektir.  Çocuklara “dünyada en üstün varlığın insan olduğu” miti öğretildiğinde, büyüdüklerinde buna inanacaklardır. Her şeyin onların emri ve hizmetinde olduğuna inanarak ormanları kesecek, bitkileri ezecek, çiçekleri koparacak, hayvanları tutsak edeceklerdir. 

 

       Öğrenme sürecinin çok uzun olması nedeniyle insan çok da işlenebilir, biçimlendirilebilir ve yönlendirilebilir. Herkes çok değişik yollar seçebilir, Dünya ile ilişkisini çok değişik şekillerde kurabilir, yaşayabilir; hepimiz çok farklı insanlar olabiliriz. 


Şu halde çocuklara nelerin öğretileceğine ve hangi temeller üzerine bu öğretinin inşa edileceğine kim karar verir? Kadim beşeriyet sürecinde bu sorumluluk kabile büyüklerinindi; onlara “bilgiyi, bilgeliği koruyanlar” denirdi. Daha geniş bir bakış açısına  sahip olmak, daha büyük olan resmi görmek, kendilerinden önce yaşamış Ataların bilgi ve bilgeliğini esas almak onların sorumluluğuydu. Bu bilgilerin aktarılış şekli, kabilelerini yönlendirecek hikâyeler ve mitolojiler şeklinde olurdu. Ve o halkın içerisinde bu konuda en temel görevi üstlenen, Atalarla doğrudan ilişki kurabilen, kabilenin yaşadığı coğrafyanın tüm varlıklarının ruhlarıyla iletişimde olan kişi o halkın Şaman’ı olurdu. 


       Bu bağlamda Şaman, kabile halkıyla diğer tüm paydaş varlık türleri, ruhlar âlemi arasında bir aracıydı. Her şeyin denge ve uyum içerisinde olması için gereken buydu ve onun temel göreviydi. Böyle bir kültür çok önemli bir prensibin, tüm sistemin altyapısını oluşturan temel prensibin, animizmin, kabulü sayesinde mümkündü. ‘Animizm’e, her şeyin canlı olduğu, her şeyin bu dünyada bir yeri ve varoluş nedeni olduğu, her şeyin saygıya layık olduğu, her şeyin birbirleriyle bağlı olduğu, her şeyi 'muhteşem bütün' kılan bu bağların sevgi enerjisiyle ışıldayan mükemmel bir ağ olduğu prensibi diyebiliriz. 

 

       Kadim halklar, insan türünün diğer ve aynı değerde türlerden farklı olarak ne olduğunu, nasıl olduğumuzu öğrenmemiz gerektiğini ve bu nedenle de öğretim almamız gerektiğin biliyorlardı. Dünyada dengeli bir hayat sürmek için sağlıklı hikâyeler ve iyi mitlere ihtiyacımız olduğunu biliyorlardı. 


Bu hikâyelerini kaybeden bir kültür kaybolacak, dünyada saygılı ve sürdürülebilir şekilde nasıl yaşanacağını unutacaklardır. 

 

       Bizler hikâyelerimizi yitirdik. Onların yerine fetih ve hükmetme odaklı anlatılar dinler olduk. Hayvanlarla nasıl konuştuğumuzu unuttuk; dünya paydaşlarımızın ruhsal formlarıyla iletişimimiz koptu. Oburlaştık, bencilleştik, başka varlıklara saygıyı unuttuk. Daniel Quinn’in “The Great Forgetting” (Büyük Unutuş) dediği dönemdeyiz. Şimdi yolumuzu bir şekilde yeniden bulmalıyız. Kadim hikâyelerin izini sürmeliyiz. 

 

       Az sayıda da olsa, hikâyelerini koruyan halklar var hâlâ. Bu halkların hikâyelerinden ortak temalar alınarak yeni bazı kitaplar çıkıyor ve onların hikâyelerini ‘kahramanın yolculuğu’ temasıyla anlatıyor. Bu kitaplar günümüz yaşam şekillerine, yeni kültürlere model olması umuduyla arketipsel taslaklar, planlar sunuyor. Ancak günümüzün ‘ele geçirici / hükmedici’ kültür yönetimleri böyle hikâyeleri arzu etmiyor. Kendi temelini oluşturan şiddetin, istismarın, umursamazlığın insanın doğası olduğuna inandıracak yeni anlatılar yazdırtıyor. Atalarımızın çağlarının vahşet ve ilkellik olduğuna inandıracak eğitimler veriyor. 


       
       Şu halde şimdi “The Great Remembering” (Büyük Hatırlama) adı verilecek kitaplara, altın bir çağımız olduğuna, o ulaşılamaz altın mabedin / ilahi yerin ille de gökyüzünde ve kovulduğumuz bir mekân olmadığına yeniden inanmamız gerekiyor. 

 

Umarım bu zorlu süreç bir geçiş olsun...

Kaynak: Editör:
 
Etiketler: HİKAYESİZ, KÜLTÜRLER, YOK, OLMAYA, MAHKÜM, OLUYOR,
Haber Videosu
Yorumlar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı
UA-37277569-1