Haber Detayı
24 Temmuz 2021 - Cumartesi 19:44
 
BATI KÖKENLİ SÖZCÜKLERİN TÜRKÇEYİ İSTİLÂSI
Dil canlı bir organizmadır.
DENEMELER Haberi


TÜRKÇEMİZ - 2
BATI KÖKENLİ SÖZCÜKLERİN TÜRKÇEYİ İSTİLÂSI:
 
Dil canlı bir organizmadır. O dili konuşan toplumlar, çevresindeki tarihi, sosyal, siyasi olaylardan etkilenirler, böylece dil bir taraftan yenilenir, içine yeni kelimeler katılır, bir taraftan da bazı kelimeleri unutur dışlar. Asırlar boyu bu hep böyle sürer gider. Bu Türkçe için de hep böyle olagelmiştir.
 
Bir de lingua franca kavramı vardır. Bu dönemin ortak dili anlamına gelir ki, farklı uluslar aralarındaki ticari, diplomatik, kültürel, dini… ilişkilerini bu dil ile yaparlar. Ortaçağ’da Latince, Hellence olan lingua franca, 18., 19. ve 20. yüzyıl başlarında Fransızca olmuştur. Mesela bizim zamanımızda Kırkağaç Ortaokulu’nda okuduğumuz tek yabancı dil Fransızca idi. İkinci dünya savaşından sonra  lingua franca İngilizce olmuştur. Doğal olarak siyasi, ekonomik, teknolojik gücü elinde tutan ülkenin dili diğer dillere baskın çıkmakta ve onları etkilemektedir. Bu yazımıza konu olan, batı dillerinin, özellikle de  İngilizcenin Türkçemize tasallutu,  bunun yaşamakta olduğumuz en canlı örneğidir.
 
Son 20-30 senede yaşanan baş döndürücü teknolojik gelişmeler, özellikle iletişimdeki gelişmeler yüzlerce İngilizce kelimenin akın akın Türkçemizi istila etmesi sonucunu ortaya çıkartmıştır. Teknolojiye sahip olan ülkenin dilinin hakimiyetine karşı koymak ve kendi dilimizi korumak zaten çok zor iken, bir de bunu teşvik edici davranışlarda bulunmak hatta buna özenmek çok acıdır. Fransa gibi kimi ülkelerin, dillerini İngilizce istilasından korumak için kanunlar çıkartırken, bizim bu istilaya bütün kapılarımızı sonuna kadar açmamız çok yanlış bir davranıştır. 
 
Özellikle teknolojik konularda bu istilaya karşı koymak çok zordur. Nitekim bilgisayarların yaşamımıza girmesiyle birlikte online, zoom, chat, hacker, megabit, megabayt, piksel, ikon, hard disk, disket, flaş, modem, chip, memory stick, monitör, network,  word, scanner, server,…  gibi sayısız sözcük hiçbir engelle karşılaşmadan dilimize yerleşti. Hatta çoğunun açılımını bile bilmediğimiz  RAM , CD, DVD, LCD, LED, SD, PDF, USB, Vi-fi … gibi kelimeleri de kullanıyoruz. Bari scanner yerine tarayıcı, printer yerine yazıcı, mouse yerine fare, laptop yerine diz üstü kelimelerini kullansak, en azından bir parça direnmiş olmaz mıyız?
Teknolojik terimlere karşı koymanın çok zor olduğunu söylemiştik. Fakat İngilizce sözcükler, sadece teknolojik konularda değil,  giderek yaşamımızın her boyutunda kendini pervasızca göstermektedir. Artık data, analiz, finish, monoton, full, background, ambiyans, dizayn, kriter,  bye bye, legal, global, security, exit, full time, part time, jenerasyon, center, call center, feedback, improvise, koordinasyon, izolasyon,… gibi sayısız kelime günlük konuşmalarımızda geçmektedir.
 
Hele hele ekmek parası doğru Türkçe konuşmak olan TV speakerlerinin (bakın asri olmak için (!) sunucu demiyorum) Türkçeleri! Onlar start alıyor, stop yapıyor, pandemileri peak yapıyor, imaj yaratıyor, konsept oluşturuyor… 
 
TV deyince aklıma geldi, meşhur NTV’nin açılımı nedir Allah aşkına? Nergis Televizyonu! Yahu bu nergiz bizim nergiz, bu “en” nereden çıktı? NTVyi “ne te ve” diye okumayıp da en ti vi diye okuyunca daha mı avrupaî olmuş oluyoruz? 
 
Konunun en kötü yanı da kimilerimiz ve başka kimi entellerimiz (!) konuşmalarının arasına İngilizce lâfları sokuşturmayı çok matah bir şey sanıyorlar ve bunun kendilerini daha iyi prezante (!) ettiğini düşünüyorlar. Oysa ki bunun adı kültürel anlamda düpedüz aşağılık kompleksi!  Çok iyi eğitim almış bir tanıdığım, sosyal medyadaki profilindeki adını “Demirtash” olarak yazıyor! Yahu bu taş, taş, taş… bildiğin taş işte, nereden çıktı bu tash? Bir insan kendi adını nasıl olurda böyle yazabilir, bu ne aşağılık kompleksidir. 
 
Tansu Çiller başbakanken, kendisine verilen brifinglerin (!) İngilizce olmasını şart koşmuştu! Sanki burası bir müstemleke ülkesi. Bundan 10-15 yıl önce de, partili taraftarları başbakanımızı havaalanında Liverpool’un ünlü “You will never wolk alone” pankartı ile karşılamışlardı. Acaba o pankartı hazırlayan taraftarlar başbakanın İngilizcesinin Türkçesinden daha iyi olduğunu mu düşünmüşlerdi? Bilmem başbakan o pankartı görmüş müdür? Onun yerinde ben olsam ve o pankartı görsem sorardım: “Yahu siz benim Türkçe bilmediğimi mi sanıyorsunuz?” Bu nasıl bir komplekstir?
 
Bildiğimiz Türkçe kelimelerin İngilizce gibi yazılmasının etrafımızda o kadar çok örnekleri var ki… Bunlardan biri de paşa kelimesi. Bizim paşaya ne oldu ki “pasha” oluyor, pasha yazınca bizim 18. yüzyılın göbekli, pala bıyıklı paşaları, frenkin kelebek gözlüklü çıtkırıldım monşerleri mi olmuş oluyor? Peki stadyumlara arena, ticari gökdelenlere rezidans, kule gibi yükselen gökdelenlere tower, tıp merkezi yerine medical center, acil yerine emergency, tarama yerine check-up yazınca muasır medeniyetler seviyesine mi çıkmış oluyoruz? 
 
Ortalıkta saçını kestirecek berber kalmadı en gelenekçi olanları bile kendisini “Erkek kuaförü” diye tanımlıyor. Haircut Expert, Barber Shop, Baber’s Club, Hair Designer gibi tabelalar da gördüm. İşin en acı yanı bu asri tabelalar işe yarıyor ve bizim berber tabelaya o Frenkçe lâfı yazınca işleri artıyor. Kime kızacağımı kestiremiyorum. 
 
İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde pek moda olan bir kelime var: Al-götür. Ama modern olmaya meraklı kimi işletmeler “take avaw” yazmayı tercih ediyor. Bu nasıl bir özentidir Allah’ım.
Yıllar önce benim yazlığın olduğu Özdere’de adam her yere “Gelato” reklamları koymuş, işte “Gelato’ya şu kadar kilometre” falan. O dükkana gidip anlamını sordum, çalışanlar bilmiyorlardı, sonunda içlerinden biri çıktı “Bir çeşit dondurma” dedi. İtalyancada gelato bir çeşit değil, basbayağı dondurma demektir. İyi de Özdere’de bir defa bile bir İtalyan turist görmedim. Bu gelato, orada ne menem bir şey oluyor? Bir de Alsancak’ta, adı beni deli eden bir şapkacı vardı: Schapka! Arkadaş şapka demek istiyor. Almancada sch harfleri bizim ş sesi verir. İyi de ne Almancada, ne Franszıcada ve ne de İngilizcede schapka diye bir kelime yok. Bu adamın yaptığı düpedüz Türkçeyi iğfal etmek. O dükkanın önünden her geçişimde, içeriye girip kavga etmemek için kendimi zor tutardım, sonraları o dükkan kapandı. Ben hep ahımın tuttuğunu düşünmüşümdür. Eğer Türkçe ile Almanca dilleri mukayese edilse, bence bu nokta Türkçenin Almancaya en baskın geldiği noktadır.  Çünkü Alman ş sesi vermek için klavyeye s-c-h olarak üç kez basmak zorundadır, biz bunu sadece ş ile karşılarız. Peki Alman Çekoslavakya yazmak isterse, o bizim ç sesi için klavyeye t –s-c- h olarak dört kez basmak zorundadır. 
 
Bu konu uzundur, toparlayalım; evet teknolojik nedenlerle, Türkçemizi batı kökenli, özellikle İngilizce kelimelerden korumamız çok zordur. Fakat biz olabildiğince güzel Türkçemize sahip çıkmalı ve dilimizi bu saldırılardan korumaya çalışmalıyız. Bir de genç kuşaklara ve kendini entellektüel sanan kesime mesajım olacak; iki lâfın arasına, Türkçe  bir karşılığı varken, İngilizce kelime sokuşturmak sizi etrafa karşı daha bilgili göstermez, bu olsa olsa sizin aşağılık kompleksinizi sergiler.
 
Görüldüğü gibi ben bile bu eleştiriyi yaptığım son paragrafta teknoloji, entelektüel, mesaj, kompleks gibi kelimeler kullandım artık gerisini siz düşünün.  
Kaynak: (KYS) - Kırkağaç Yazın Seçkileri Editör: M.Güneş
 
Etiketler: BATI, KÖKENLİ, SÖZCÜKLERİN, TÜRKÇEYİ, İSTİLÂSI,
Haber Videosu
Yorumlar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı
UA-37277569-1