Haber Detayı
14 Ocak 2023 - Cumartesi 04:53
 
MAVİ COŞKUN DENİZLERİN ÇOCUĞU
“Sevdiği şeyleri yapsın, kendi haline bırakın” demişti doktorlar… Rüştiye öğretmeni babası Hasan Fehmi Kolaylı, işte bu nedenle o zaman adı İzmir İdadisi olan, şimdilerde İzmir Atatürk Lisesi’nden ayrılmasına karşı çıkamamıştı.
MAKALE Haberi


Merhaba dostlar !

Epeydir sizlerden uzak kaldım. Dün gece itibariyle yeni yazı yazma işlemine başladım. Son yazılarımda genellikle eski parçalar eski düşünceler üzerine yazmıştım. Yine eskilerle devam etmeye karar verdim. Dostlarımın da bana söylediği üzere   “Semih can, hani senin o küf kokar bazen dediğin yazılar vardı ya bir defa daha yazda şu maziye hep beraber gidelim."

 

O halde eskileri anımsamanın tam zamanı! 

 

Mavi coşmuş bir denizin çocuğu O…

Hepimizin çok yakından tanıdığı Şair Eşref’in öğrencisi olduğu bilinir.

 Eşref’in ona yazdığı dizeler ünlüdür.

Neyzene yazdığı methiye şöyle;

"Kimseler Hafız’a alnı yere gelmiş diyemez,

Doğduğundan beri kıç dönmedi şeytana bile!

Çok cevâmide, mescidde dolaştı amma,

Koymadi alnını hiç secde-î rahmâna bile!

Haciyatmaz gibidir sanki köpek oğlu köpek

Ayaküstünde kalir düşse de mîzâna bile!

Yağlasın kız neyini hazret-î pir

Barekâllah koca Hâfız alıyor,"

kamışı şimdi g.tünden çalıyor."

 

Bodrumludur. Bodrum denilince hemen aklınıza Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir gelmesin bu bu çocuk ney’i de, şiiri de, halk hikayelerini de Ege Denizi’nin kıyısında tanımıştır.

 

Çehov gibi, Bukowski gibi, Pavese gibi bu dünyanın değil başka bir evrenin insanıdır.

 

Bir “Hiç” ardında gezdiği hayatını, yok olduğu yerde var olarak tamamlamıştır.

 

Cenazesine siyasetçilerden, bürokratlardan, aydınlardan, zenginlerden sokak berduşlarına kadar nev-i şahsına münhasır büyük bir kalabalık katılmıştır.

 

Hocası memleketlimiz güzel insan  Şair Eşref’ten öğrendiği yergi geleneğini zehir gibi diliyle ömrü boyunca yaşatmış, Türk Edebiyatı’na sayısız eser bırakmıştır. 

 

Hiç kimseden ve hiçbir şeyden yana olmadan, bütün hayatında hak, adalet ve özgürlükten yana olup, ney’ini üflemekten hiç vazgeçmemiştir.

 

En yakın dostlarından olan ve dünyaya tamamen farklı açılardan baktıkları Mehmet Akif Ersoy, aynı zamanda Fransızca ve Arapça hocası olmuştur.

 

Hakkında anlatılan sayısız hikâyenin kimi gerçek, kimi de üstüne yakıştırılıp kalmıştır.

 

Ancak bir gün ayı oynatıcının acemiliğini beğenmediği için, sokaklarda ayı oynatıp epey de bahşiş topladığı aynıyla vakidir.

 

Bu dünyadan bize hiç benzemeyen bir Neyzen Tevfik geçti.

 

Neyzen’i bilmemek ya da anlayamamak, bir denizin kıyısında gezer gibi hayatın kumsalla birleştiği noktadan, ayağını suya sokmadan ufku izlemeye benzer.

 

Neyzen Tevfik önemli bir kimliktir sanat hayatımızda.  Ancak aynı zamanda dünya sanatında da benzerlerini gördüğümüz, hiçbir şeyin peşinden gitmeyi, alabildiğine bağlantısız olmayı tercih eden ve insanoğlunun yaşadığı her acıyı içinde, en derin haliyle hisseden ve buna katlanamayan, kırgın bir güvercin yürek aynı zamanda…

 

Yüreğindeki derinliği, bizim görebilmek haddimizi aşan böylesi insanların, içindeki gizli dehlizleri anlayabilmek için neye ihtiyacımız var?

 

O insanlar ki hangi uçuruma açıldığı belli olmayan mağaraların ağzına kadar yürümüş, orada gitmekle kalmak arasında bir mevziin içinde, sisle bulut arasında bir yerde kaybolmuşlar.

 

Bizim türlü zorunlulukları ayaklarımıza pranga diye vurup, türlü şarlatanlıkları ‘hayat bu…‘ diye sineye çektiğimiz yerlerde, bu tekdüze ve kimi zaman da hayâsız hareketliliği içlerine sindiremeyip, yaşadıkları hayata sığamayan Neyzen gibileri bizden ayıran nedir dersiniz?

 

Onlar kadar cesur ve acılarından başka hiçbir şeyin gölgesine sığınmadan yaşayabilmek ne kadar da saygıya değer… 

 

Hayatın içinde karşılaştığı soysuzları ney ile seyrelten Tevfik Kolaylı; Sait Halim Paşa’nın yalısında sofranın baş konuklarından olup, ertesi gece Galata’da evsizlerle sabahı ederken, Pavese’nin günlüğüne yazdıklarını, notaların sesiyle geceye dağıtarak mı damıtıyordu yüreğini?

 

Sonra 21 no’lu koğuşuna gidip akıl hastanesinin “Bir süre bana dokunmayın” diyordu. Yakın dostu Mazhar Osman ona ayırmıştı. Canı istediğinde girer, istediğinde çıkardı.

 

Küçük yaşlarında yakalandığı sara hastalığı acıları çoğaldıkça krizler halinde geliyordu.

 

“Sevdiği şeyleri yapsın, kendi haline bırakın” demişti doktorlar…

 

Rüştiye öğretmeni babası Hasan Fehmi Kolaylı, işte bu nedenle o zaman adı İzmir İdadisi olan, şimdilerde İzmir Atatürk Lisesi’nden ayrılmasına karşı çıkamamıştı.

 

Kitaplar yazmış, plaklar doldurmuş fakat hiç ünlü olmaya çalışmamıştı. 

 

İki sinema filminde önemli roller oynamış, o şöhretin de peşinde olmamıştı.

 

Hicivlerinde derin bir akıl, ney üflemesinde derin bir aşk vardı.

 

Anton Pavloviç’in babasından kırbaçla yediği dayakların ruhunda yarattığı kırgınlığı ‘Vişne Bahçesi’nde yazması gibi, siz onu Çehov diye bilirsiniz…

 

Bukowski’nin ‘Yalnızlık ve yenilmişliğimdi hayat’ dediği ömrünü ‘Barfly’ filmiyle sinemaya taşıması gibi…

 

Kendini hayata taşıdı. Her şeye rağmen yaşamayı denedi Neyzen Tevfik, ihtimal ki yaptıklarına değil, yapmadıklarına pişman olarak 1953 yılının Ocak ayında vazgeçti bu dünyadan…

Kaynak: (KYS) - Kırkağaç Yazın Seçkileri Editör: M.Güneş
 
Etiketler: MAVİ, COŞKUN, DENİZLERİN, ÇOCUĞU,
Haber Videosu
Yorumlar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı
UA-37277569-1