Haber Detayı
19 Haziran 2021 - Cumartesi 04:04
 
EŞREF
: “Demir tava geldi kömür bitti/ Akıl başa geldi ömür bitti”
MAKALE Haberi


         Değerli dostlarım Kırkağaç’ta 17.Haziran.2021 tarihinde yapılan Şair Eşref’i anma etkinliğinde yaptığım konuşma metnini sizlerle paylaşmak istiyorum:        

Değerli hemşehrilerim, sevgili dostlarım,

            Böyle bir toplantıya davet edildiğimde konunun uzmanı olmadığımı ifade ederek, kendilerine teşekkür etmiş katılmak istemediğimi belirtmiştim. Sağolsunlar ısrar ettiler ve en azından akrabası sıfatımla bir konuşma yapmamı arzu ettiler. Ben de daha fazla direnemedim ve akraba kontenjanından karşınızdayım. Böyle bir fırsatla, doğup, büyüdüğüm  topraklarda ve siz değerli hemşehrilerimin arasında bulunduğum için çok mutlu olduğumu vurgulamak isterim. Ben burada bilimsel, metodolojik bir sunum yapmak yerine, Eşref’le ilgili ailemden ve çevremden bana ulaşan anıları, bir sohbet tadında sizlerle paylaşmak istiyorum.

            Bu bağlamda söze babamla başlamak isterim. Babam rahmetli 1312 yani 1896 doğumluydu. Eşref babamın annesinin dayısı oluyordu. Eşref’le ilgili çok anıları ve gözlemleri vardı yazık ki ben o yıllarda bunları not etmeyi akıl edemedim. Babamdan en çok yararlanacağım zamanlarda ben çok gençtim, aklım başıma geldiğinde ise artık babam yoktu. Hani derler ya : “Demir tava geldi kömür bitti/ Akıl başa geldi ömür bitti

            Babamın anlattığına göre, Eşref şiirlerini irticalen söylermiş. Okuduğum başka kaynaklar da bu bilgiyi doğruluyor, o notlarda Eşref’in cebinde parmak kadar bir kalem olduğu, onun da ucunun kırık olduğu bilgisi ilginçti. Eşref’in saatlerce süren bu şiir okumalarında, etrafındakiler de not tutarak bu şiirleri yazıya geçirirlermiş. O yıllar ülkedeki okur yazar oranı kesin bilinmemekle beraber, kaynaklar erkeklerin arsındaki okur yazarlık oranının yüzde 5 ile 7 olduğunu, kadınlarda ise bu oranın binde beş ile binde on arasında olduğu belirtilmektedir. Babam rüştiye mezunuydu ve koca şair o güçlü hicviyelerini gürül gürül söylerken, etrafındaki not tutarak bunları yazıya geçirenlerden biri de babamdı. Rahmetli bu şiirlerin bir kısmının, çocukların ve hanımların yanında tekrarlanamayacak özellikte olduğunu söylemişti. (Buraya bir not düşmek isterim; Eşref’in kimi müstehcen dörtlükleri hâlâ dilden dile dolaşmaktadır. Burhan Felek yıllar önce Cumhuriyet Gazetesi’nde bu konuya şu satırlarla değinmişti: “Manzumelerinde sık sık rastlanan istihcan, onların değerini düşürmekten çok uzaktır. Zaten eserin sanatta ve özellikle hicivde müstehcen olması değerine engel değil, çok kez etken olmuştur.”)

            Aruz deyince bunun zorluğunu bir örnekle açmak isterim: Yahya Kemal’in çok bilinen Rindlerin Ölümü şiirinin, ünlü ikinci kıtası vardır:

                     Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

                     Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

                     Ve serin serviler altında kalan kabrinde

                     Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

           

            Feilatün feilatün feilatün fa’lün kalıbı ile yazılan bu şiirde, Yahya Kemal önce siyah serviler diye yazmış ama bu “siyah” kelimesi vezine ve kalıba uymasına rağmen içine sinmemiştir. Onun yerine “serin” kelimesini bulmak için 4 yıl beklemiştir.

            Aruzla yazmak bu denli zorken bir insan nasıl olur da irticalen ve saatlerce şiir söyleyebilir? Acaba babam mı abartmıştı, bilemiyorum. Belki de o şiirleri ara vererek ama toplamda saatlere varan sürelerde okuyor olabilir diye düşünüyorum.

            .Ben burada yine aile içinden anılardan anlatmaya devam edeyim.

            Eşref’in oğlu Mehmet Şatım ve onun kızı da Münire Ozan oluyor. Münire Hanım hala oğlu Eşref Ozan’a kız istemeye gidiyor. Gelin adayı da yine akrabam olan Abdi Beylerin İbrahim Kayacık’ın, geçen yıl kaybettiğimiz kızı Faize abla. Faize abla çok güzel bir kız ve İbrahim Bey de ilçenin en zenginlerinden biri. Münire Hanım hala kız tarafına diyor ki: “Biz çok varlıklı bir aile değiliz, kızınıza çok fazla takı takamayız ama Eşref’in çeyizi, dedesinden kalan bir çuval defter, kitaptır.”

            Eşref Ozan’ın kızı sevgili Fatma Ozan’dan edindiğim bu bilgi, Hilmi Yücebaş’ın kitabındaki şu satırlarla doğrulanıyor: “En yakın dostu Hüseyin Rifat’ın anlatımıyla: Eşref’in (Benim mecmua-i eş’arım, Kırkağaç’taki çuvaldır) dediğini ve cebinden pek az çıkardığı kâğıtları,    –kırık bir kurşun kalemiyle yazılmış olduğu için- okunması kabil olmayan yazıları gördüğünü hatırlamaktadır.”

            Bu bilgiyi, Eşref abinin gençlik arkadaşı olan sevgili Candan Günek de bir sohbetimizde doğrulamıştır. Candan abinin anlattığına göre, Eşref abi ona en büyük arzusunun okul bitince ilk iş olarak Osmanlıca öğrenmek ve dedesinden kalan çok sayıda evrakı günümüz Türkçesine çevirmek olduğunu söylemiş. Bu bilgi de o bir çuval evrak bilgisini doğrulamaktadır. Fakat yazık ki Eşref Ozan’ı henüz çok genç yaşta ve   Yenipazar kaymakamı iken 1963 yılında geçirdiği trafik kazasında kaybettik. Adı Yenipazar’da bir caddeye verilmiştir.   

            Sonuçta o çuval şimdi kayıp! O çuvalın ne olduğunu kimse bilmiyor. Eşref abinin kardeşi olan rahmetli Dr.Ersin abla kendisinde bir defter olduğunu söylerdi ama nedense bu konuda çok ketumdu. O defteri kimselerle paylaşmak istemezdi. Ben o defteri çok merak etmeme rağmen, onun bu hassasiyetini bildiğim için defteri bana göstermesini teklif etmedim. Çünkü kızımın doğumunu yapan sevdiğim biriydi, onu güç durumda bırakmak istemedim. Bu defter şimdi onun kızı Gül’de.

            Eşref sağlığında şiirlerini bir kitapta toplamamış. Elimizdeki kitaplar hep onun ölümünden sonra toplanabilenler ama hep bölük pörçük eserlerinden derlemeler.

            Bugüne kadar yazılan, en kapsamlı Eşref araştırması olan, Ömer Faruk Huyugüzel ve Şerife Çağın tarafından  kaleme alınan “Eşref Bütün Eserleri” isimli kitabın önsözünde Ersin abladaki defterden söz edilmekte ve ona teşekkür edilmektedir. Buradan o defter içeriğinin, nihayet  edebiyat dünyasına kazandırıldığı anlamı çıkmaktadır. Aynı önsözde başka iki defterden daha söz edilmektedir.

            Ben hâlâ o kayıp çuvalın esrarının çözülmediğini düşünmekteyim. Mesela Yücel Dergisi daha 1936 yılında, hep hicviye yazan Eşref’in, hiç de alışılmamış şekilde yazmış olduğu, kayıp methiye eseri olan  “Bahariye” şiiri için, 50 lira ödül koymuştu, neyse ki şiir bulunmuştu.

            Bu noktada halen izini sürdüğüm başka bir defterden söz etmek isterim. Bu defterin de çok sevdiğimiz bir arkadaşımızda olduğunu biliyorum. Bu defteri de edebiyat dünyasına kazandırmak için, halen bu arkadaşımıza yalvarma sürecindeyiz.

            Burada bana ailemden intikal eden, Geçmişten Günümüze Kırkağaç kitabında da yayımlamış olduğum ve başka hiçbir yerde yayımlanmamış olan bir Eşref anısından söz etmek isterim:

            Bir gün Eşref babaannemin evine geliyor, o sıralar sevgili Turhan Kayacık’ın babaannesi olan halam, henüz çok genç bir kız. Konuşma, sohbet derken evdeki aynanın tozlu oluşu dikkatini çekiyor ve Eşref, gidip aynanın tozuna şu beyti yazıyor:

            “ Yazı yazdım şu aynanın tozuna

             Lanet olsun böyle evin kızına

            Buradan da anlaşılıyor ki, koca şair yeri geldiği zaman, kendi yeğenini bile acımasızca eleştirmekten çekinmiyor.

            Eşref’in bu eleştirel hiciv oklarından öz oğlu Mustafa Şatım da payını almış. Eşar-ı Perişan isimli bir şiir kitabı yayımlayan oğlu ile şöyle dalga geçer

            Mazhar olmuştur Muhammed Mustafa’nın namına

            Sükkeri imanına muri sefalet üşmesün.

            Sakla Allahım anı her bir günahtan bahusus

            Âlem-i meyhaneye ben düştüm oğlum düşmesün.

 

            Yine bu kitapla ilgili olarak:

            Gitgide kesb eylesin mahsûl-i tab’ın intizâm,

            Olsun eş’arın dahi kuvvetli, i’mânın gibi.

            İsterim Allah’tan oğlum hulûs-i kalb ile,

            Sen perişan olma eş’arı perişanın gibi!

 

           

            Sonra da oğlunu şu dörtlükle yerden yere vurur:

            Rahm-i mâderden nasıl çıktıysa hâlâ öyledir

            Gezmeden seyyah-ı âlem, bilmeden allâmedir.

            Gam mıdır mektebden olmazsa şehâdetnamesi

            Eşrefâ oğlum için nâmım şehâdetnamedir.

 

Yetmezmiş gibi oğlu için bir de şu dörtlüğü söyler:

            Ben ölünce demeli ahbâblar:

            Behresi söğmek için eksikti;

            Sıçtı şairliğe Eşref, gitti.

            Üstüne oğlu gelip tüy dikti

 

            Kimi çağdaşları Dersaadet’te padişah efendilerine cülusiyeler yazarken, o Anadolu’nun farklı yörelerinde, kelle koltukta şiirler yazıyordu. Dönemin padişahını ve yöneticilerini bu kadar cesurca ve pervasızca eleştiren bir şairin en yakınlarını bile hicvetmesine şaşmamak gerekir. Eşref’in bırakın başkalarını, yeğenini, kendi öz oğlunu, yeri gelirse kendini bile hicvetmekten asla çekinmeyeceğini yine kendi mısralarında görüyoruz:

            Eylemem ölsem de kızbi ihtiyar,

            Doğruyu söyler gezer bir şairim,

            Bir güzel mazmun bulunca eşrefa,

            Kendimi hicveylemezsem kâfirim.

           

            Koca ustayı saygı ve rahmetle anıyorum.

 

Kaynak: Editör:
 
Etiketler: EŞREF,
Haber Videosu
Yorumlar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı