Haber Detayı
30 Mayıs 2022 - Pazartesi 23:57
 
DOSTLAR MERHABA
Semih İçsel bu yazısında Anadolu'da İslamiyetin yayılmasında önemli bir yer tutan "Horasan Dervişleri" ni kaleme almış. Ali Ekber Çiçek özelinde çok değerli bir yazıyı sunuyor bize.
MAKALE Haberi


Merhaba Dostlar !               

Uzun zaman geçti sizlerle bir araya gelmeyeli cidden sizleri özledim. Biliyorsunuz ‘’ Çaylak’’ yazarlar arada böyle okuyucularından uzak kalırlar. Neyse uzun lafın kısası sizlere kendi hakkımda güzel bir haber vermek istiyorum. Artık mezun oluyorum. Ben artık bir ‘’öğretmenim’’ Atatürk’ün yolunda kendini geliştirmeye gayret edinen çağdaş bir Anadolu öğretmeni…

 

Sevgili Dostlar!

               Başta da söyledim uzun zamandır beraber olamadık diyerek madem öyle özlü bir konu üzerine yazmak başa düştü diye düşünüyorum. Nedir peki bu özlü konumuz? Ben memleketimden uzak olduğumdan dolayı pek memleketim içerisinde meydana gelen olaylar hakkında bilgim yok. Can abim ‘’ Muammer Güneş’’ ile de epeydir konuşma, ondan feyiz alma imkanım olmadı, yazının değerlendirmesi sonrası uzun uzun konuşuruz diye düşünüyorum.

 

Velhasıl konumuz memleketimin siyasi, kültürel, sosyal v.b konuları üzerine olmayacak lakin konumuz hem sanatsal hem de edebi bir konu olacak. Haydi ufaktan ’’Çaylağın’’ dilinden dökülecek olan bilgileri okumaya koyulalım ne dersiniz?

 

Sevgili Dostlar!

               Beni yakinen tanıyan kişiler hem sanat müziğine hem de halk müziğine olan ilgimi ve muhabbetimi bilir. Bu konuda değer verdiğim bir sanatkar var ki bu kişi sazı ağlatan biridir. Kimdir bu kişi aklınıza gelen kişi Neşet Ertaş diye düşünüyorum, lakin bu kişi  o, Neşet Ertaş değil bu kişi ‘’ALİ EKBER ÇİÇEK’’  evet sevgili dostlar!  Ali Ekber Çiçek denilince sizlerin aklına ne gelir bilmiyorum lakin şöyle ben ufaktan ufağa yol almaya başlayayım...

 

Ali Ekber Çiçek babasından öğrendiğini söylediği Sıtkı Baba´nın Devriyesi’nin okuduğu güftenin birinci kıtasını yanlış öğrenip, yanlış nakletmiş. "On dört bin yıl gezdim pervanelikte" değil, "On dört yıl dolandım pervanelikte olacaktır. Kolay ve yüzeysel anlatımla, Âşık Sıtkı Baba, Sıtkı mahlasını almadan önce, on dört yıl Pervane mahlasını kullanmıştı. "Sıtkı ismin buldum divanelikte? diyerek Sıtkı mahlasını aldığını anlatıyor.Tasavvufta Pervanenin felsefesi, "öl ve ol" ile açıklanıyor. Olmak için ölmek, ölmek için de olmak gerekir. Aslında varoluşla beraber yok oluş, yok oluşla beraber yeniden bir var oluş meydana gelir. Çünkü var olmayan bir şeyin yok olması mümkün değil. Mum, aleviyle hem kendini hem de pervaneyi gerçeğe yönlendiren ilahi bir güç olarak algılana geldi . İçtim şarabını mestanelikte Kırkların ceminde dara düş oldum Kırkların ceminde tek bir üzüm tanesinin sıkılıp suyunun kırk kişi tarafından içilip mest olunmasına telmih yapılıyor.

 

Kırkların Cemi nedir?

 

Denir ki, Hz. Muhammed, bir gün ashâb-ı suffa´nın yani Mescid-i Nebevî´nin arka tarafına, etrafı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü gölgelik, çardakta bulunan ve uzaktan gelen ve ailesi olmayan fakir Müslümanları ziyaret etmek istemiş. İçeri girmek istemiş.

Kimsin" demişler. Hz. Muhammed:

"Peygamberim," diye buyurmuş.

İçerden ses gelmiş:"Peygamberliğini ümmetine yap; bizim, peygambere ihtiyacımız yok!" 

Hz. Muhammed geri dönüp giderken, Allah´tan tekrar kapıya gitmesi emrini almış.

Dönüp tekrar kapıya vurmuş.

İçeriden "Kimsin?" sorusu gelmiş. "Rasûlüm?" diye buyurmuş.

Bu defa: "Buraya rasûl sığmaz?" diyip kapıyı açmamışlar.

Hz. Peygamber, dönüp giderken Allah, tekrar dönmesini buyurmuş.

Bu sefer kimsin? sorusuna: "Seyyidül  kavm, hâdimül  fukarâyım", yani, toplumun ulusu, yoksulların hizmetçisiyim demiş. Bunun üzerine kapıyı açmışlar.Hz. Muhammed içeride otuz dokuz kişinin olduğunu görmüş.

 

"Siz kimsiniz,?" diye sormuş.

Kırklarız, hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepiniz odur, diye cevaplamışlar. Hz. Muhammed, kanıtlamalarını istemiş. O ana kadar Hz. Ali´nin de aralarında olduğunu fark etmemiş.

 

Kırklar: Birimizden kan akarsa, kırkımızdan da akar demişler ve hazreti Ali, kolundaki damarı, neşterle yaralamış. Kan akmaya başlayınca, otuz sekizinin kolundan da kan akmaya başlamış. Aynı zamanda tavandan da kan damlamaya başlamış. Hz. Peygamber, bunu sorunca şu cevabı almış:

Birimiz, dışarıda; bize yiyecek toplamaya çıktı; bu kan, onun kolundan damlıyor.

Hz. Ali´nin kolunu bağlamışlar; öbürlerinden akan kan da durmuş.

Dışarıda olduğu söylenen Selman gelmiş. Bir tâne üzüm getirmiş, bu bir üzüm tanesini kırklara paylaştırmasını için Hz. Peygamberin önüne koymuş. Hz. Muhammed, nasıl pay edeceğini düşünürken Cebrail, Cennet´ten tabak getirmiş ve ezmesini söylemiş. Hz. Peygamber üzümü ezmiş, suyla karıştırmış. Kırkların hepsi birer yudum içmiş. Hz. Muhammed de içmiş.

 

Hepsi mest olup semâ´a kalkmış. Hazreti Peygamber, semâ ederken başında sarığı çözülüp yere düşmüş. Kırklar, bu sarığı kırk parçaya bölüp bellerine bağlamışlar, tennûre, yâni libâsı edinmişler. İnanışa göre Kırklar bunlar.

 

Kırkların ceminde dara düş olmak, yani dara durmak nedir?

İki çeşit dar vardır. Biri dara çekilmektir ki, bu yargı ve ceza ile sonuçlanır. "Dar ağacı" adı buradan gelir.  Dara durmak? ise, iki el göğüste, sağ ayak baş parmağı, sol ayak üzerine konulmuş, saygı duruşudur.  Yaratıcının huzurunda durduğunu kabul ederek özünü, benliğini ortaya koyup, teslim olmanın ifadesidir. Niçin sağ ayak başparmağı, sol ayak üzeredir. Anlatıya göre Hz. Hüseyin´in kendisinden su isteyen büyüğüne su götürürken sol ayağını bir yere çarparak kanatmış. Saygısı gereği gizlemek için böyle durmuş. Dar aynı zamanda öne eğilip duaya durmaktır. Dede de aynı durumda gülbank söyler. Yaratanın huzurunda dara duran için gizli, saklı yoktur. O her şeyi bilen ve görendir. Öğretilir ki; Darda Ölmezden önce ölünür ve hayat sorgulanır, ruh arındırılır. İnsan-ı pak olunur.

 

Dar, cemde pir önünde duruş biçimidir. Pir önünde durmak kırklar katında durmak, kırklar katında durmak Şahıvelayet katında durmak demektir. Şahı Velayet, Şahı Merdan Ali´dir. Velilerin ve velilik makamının Şahı demektir. Mansur darı, Fazlı darı, Nesimi darı ve Fatıma darı gibi dört şekli uygulanıyor.

 

"Güruh-u Naci'ye özümü kattım

İnsan sıfatından çok geldim gittim

Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm

Bir zamanlar gül için zara düş oldum"

 

Bu dörtlük bazı kaynaklarda "Ben Adem'den evvel çok geldim gittim / Yağmur olup yağdım, ot olup bittim / Bülbül olup Firdevs bağında öttüm / Bir zaman gül için hara düş oldum." şeklinde yer almış.

 

Bu dörtlüğü anlayabilmek için önce "Devriye" hakkında bilgi vermek gerekir:

Alevi-Bektaşi inanışında insan ruhunun asıl kaynağı olan "vücud-u mutlak" yani gerçek varlıktan  ayrılıp, tekrar ona dönünceye kadar geçireceği evreler "Devriye"de anlatılır.

 

Evren'de bütün galaksilerde yer olan gök cisimlerinin her dönüşü de devir olarak adlandırılıyor.

Devriye, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..." "Allah'tan geldik yine ona döneceğiz" ayeti ile açıklanabilir. Ama tasavvuf ehli kişiler çok geniş bir daire çizerler. Sudan taşa toprağa, oradan bitkiye, sonra hayvana, nihayet insan-ı kamil e kadar bir tekamül zinciri oluştururlar. Alevi - Bektaşi yorumu çok daha net bir reenkarnasyon içerir. Yunus Emre, Ölürse tenler ölür/ Canlar ölesi değil, der.

 

Devriye şiirlerinde bu anlatılır. Sıtkı Baba Divanı'nda dört devriye bulunuyor. Bunlardan biri, güftede yer alan iki kıtanın bulunduğu devriyedir.

 

Devriyeler, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşuyor.

 

Bir devriyeyi yorumlamak için tamamını okuyup yukarıda sözünü ettiğimiz manevi tertibe uygun devirin aşamalarını görmemiz gerekiyor. Örneğin Ali Ekber Çiçeğin okuduğu bölümün ilk dörtlüğü şöyle: 

 

Çatılmadan yerin göğün binası

Muallakta iki nur'a düş oldum

Birisi Muhammed birisi Ali

"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.

 

Devriye, daha insan yani Âdem yaratılmadan önce evrenin yaratılışı ile başlıyor. Yerin göğün binası çatılmadan askıda duran iki nura rastladığını, bunlardan birinin İslâm peygamberi Hz. Muhammed, diğeri de Hz. Ali olduğunu anlatıyor.

 "Lahmike lahmi" Hz. Muhammed'in Hz. Ali'ye söylediği "etin etimdendir" sözü ile birliğe Muhammed Ali yoluna ulaşılıyor.

Açıklamamızı doğrulayan şu dörtlük söyleniyor:

 

"Ben Adem'den evvel çok geldim gittim

Yağmur olup yağdım, ot olup bittim

Bülbül olup Firdevs bağında öttüm

Bir zaman gül için har'a düş oldum."

 

Bu devriyenin sonuç bölümünü son dörtlük oluşturuyor. Yolculuk tamamlanmış ve artık insan-ı kâmil olarak içinde bulunduğu ortama gelinmiştir:

 

Sıtkı'ya çok şükür didara erdim

Aşkın pazarında Hak yola girdim

Gerçek ariflere çok meta verdim

Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.

 

Gelelim sözünü ettiğimiz güftede yer alan ikinci dörtlüğe:

 

Güruh-u Naci, Âdem'den Hatem'e, Şit'den Muhammed'e Hak yoluna girmiş bütün peygamberlerin içinde bulunduğu topluluktu. Şöyle ki, Alevi yaradılış mitolojisine göre, Adem'in Havva'dan olan soyu, Habil'in Kabil'i öldürmesi üzerine lanetlendi. Şit diğer adı ile Naci, Allah tarafından Âdem'e oğul edildi. Ona eş olarak da cennette bir huri olan Naciye ana verildi. Havva'nın soyu lanetli iken Naciye ananın soyu temiz bilindi. Birlik ve Hakk nuru Âdem den Şit peygambere ondan da diğer peygamberlere, son olarak Muhammed'e geldi. Bütün peygamberler Naciye ananın soyundandı. Alevi inancına göre "nur" ocaklarla ve on iki imama kadar ulaştı. Güruh-u Naci, temiz,  kirlenmemiş toplumdu.

 

Firdevs bağı Cennet'in en gözde katıdır. Şöyle ki, bütün ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in katları olduğu anlaşılıyor. Bu katlardan bazıları daha yüce ve nimetleri daha güzel veya daha üstün. Firdevs Cenneti de derecesi en yüksek Cennet katı olarak bildiriliyor.

 

Sıtkı Baba Divanı'nda "Devriye"nin tamamı şöyle:

 

Çatılmadan yerin göğün binası

Muallakta iki nura düş oldum

Birisi Muhammed birisi Ali

"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.

 

Ezdi aşkın şerbetini hoş etti

Birisi doldurdu biri nuş etti

İkisi bir derya olup cuş etti

La'l ü mercan inci düre düş oldum.

 

O derya yüzünde gezdim bir zaman

Yoruldu kanadım dedim el aman

Erişti car'ıma bir ulu sultan

Şehinşah bakışlı ere düş oldum.

 

Açtı nikabını ol ulu sultan

Yüzünde yeşil ben göründü heman

Kaf ü Nun suresin okudum o an

Arş kürs binasında yare düş oldum.

 

Ben Adem'den evvel çok geldim gittim

Yağmur olup yağdım, ot olup bittim

Bülbül olup Firdevs bağında öttüm

Bir zaman gül için hara düş oldum.

 

Adem ile balçık olup ezildim

Bir noktada bir hurufa yazıldım

Adem'le can olup Şit'e süzüldüm

Muhabbet şehrinde kara düş oldum.

 

Mecnun olup Leyla için dolandım

Buldum mahbubumu inanıp kandım

Gılmanlar elinde hulle donandım

Dostun visalinde nara düş oldum.

 

On dört yıl dolandım pervanelikte

Sıtkı ismim buldum divanelikte

Sundular aşk meyin mestanelikte

Kırkların Ceminde dara düş oldum.

 

Sıtkı'ya çok şükür didara erdim

Aşkın pazarında Hak yola girdim

Gerçek ariflere çok meta verdim

Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.

 

Ali Ekber Çiçek Video "Haydaar Haydar"

 

Kaynak: (KYS) - Kırkağaç Yazın Seçkileri Editör: M.Güneş
 
Etiketler: DOSTLAR, MERHABA, ,
Haber Videosu
Yorumlar
Alıntı Yazarlar
Arşiv
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı