|
||
MERHABA | ||
Çünkü konu Kırkağaç olunca, bende akan sular durur. | ||
MAKALE Haberi | ||
Merhaba dostlar,
Sevgili Muammer Güneş telefon edip de “Kırkağaç TV” den söz edince çok heyecanlandım. Çünkü daha çoğu büyük şehirlerde bile bir TV kuruluşu yokken, Muammer 1990’larda Kırkağaç’ta yerel bir TV kurmuştu. O yıllardan edindiği deneyimin, günümüzün gelişen iletişim olanakları içinde güzel Kırkağaç’ımıza çok yararlı olacağına kalpten inanıyorum.
Fakat Muammer’in bana yaptığı teklif biraz kafamı karıştırdı. Çünkü Muammer Kırkağaç TV’de bir köşem olmasını ve oranın devamlı yazarı olmamı istiyordu. Evet, iyi kötü elim kalem tutuyor sayılır zira yayımlanmış yedi kitabım, çok sayıda hikaye ödülüm var. Ayrıca arkeoloji, tıp konularında yazılmış makalelerim var, bir gezi ve fotoğraf dergisine ara sıra yazılar yazıyorum, hikaye ve fotoğraf konularında sunumlar yaptım…vs. Ama bunların hepsi bir defalık etkinliklerdi yani yazıldı ve bitti. Şimdi bir köşede devamlı yazar olmak, daha önce hiç denemediğim, çok farklı bir şey.
Sonuçta epey düşündükten sonra Muammer’in teklifini kabul ettim. Çünkü konu Kırkağaç olunca, bende akan sular durur. İşin hoşuma giden tarafı da Muammer’in bana “Hocam dükkan senin, atış serbest” demesi ve bana geniş bir özgürlük alanı tanımasıydı.
Bu durumda bu köşede siz dostlarımla buluşup kâh Kırkağaç’ta yılların gerisinde kalmış çocukluğumdan, kâh günümüzden anılarımı, düşüncelerimi sizlerle paylaşabilecektim. Belki gün gelir arkeolojiden, belki yeri gelir meslek anılarımdan söz ederim. Kenarda bekleyen çok sayıda hikayem zaten hazır. Belki dünyanın bir ucundaki gözlemlerimi, belki de sanat-edebiyat konusundaki düşüncelerimi paylaşırım.
Farkettiğiniz gibi mümkün mertebe siyasete bulaşmamaya çalışacağım yani becerebilirsem. Şöyle ki; günümüzdeki siyasi olayları elbette ki çok yakından takip ediyorum ve benim de bir siyasi görüşüm var. Fakat bu konunun hemen bir kutuplaşmaya yol açabileceği endişesini taşıyorum, Kırkağaç’ta da zaten ortamın buna çok uygun olduğunu düşünüyorum. Öte yandan ülke sorunlarına kafa yorup, bir çözüm arayışına girmişken, siyasi değerlendirme yapmadan bir yerlere varmanın mümkün olmadığını da biliyorum elbet.
Neyse biz yine Kırkağaç’a dönelim ya da en başa gidelim ve ben önce beni tanımayanlara kısaca kendimi tanıtayım: 1946 Kırkağaç doğumluyum yani yolun uzun tarafı arkada kaldı. Atalarımın kaç yüz senedir Kırkağaç’ta yaşadığını tam bilmiyorum ama dedem Hacı Cemalzâde Mehmet Efendi’nin 1899 yılında Kırkağaç belediye başkanı olduğunu yine o yıllarda babaannemin dayısı olan Şair Eşref’in de ilçede kaymakam olduğunu biliyorum. Ben İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1972 yılında bitirdim, 1975-1982 yılları arasında Almanya’da mesleki çalışmalar yaptım ve KBB uzmanı olarak yurda döndüm. İzmir’de 2016 yılına kadar mesleğimi icra ettikten sonra emekli oldum. Farklı ilgi alanlarım var, yeri geldikçe söyleşiriz.
Bu ilk buluşmamızda sizleri daha fazla sıkmamak için bu yazıyı daha fazla uzatmayacağım ama yine de yazımı, çocukluğumun o güzel kasabasından bir tutam “eski Kırkağaç’la” bitirmek istiyorum. Bu tutam, 2000 yılında yayımlanan “Geçmişten Günümüz Kırkağaç” kitabının önsözünün sonundaki birkaç paragraf:
“… Ben tam bir Kırkağaç Evi'nde büyüdüm. Evimiz bugüne göre yaklaşık 170 sene önce yapılmıştı. Hanımeliyle, yasemin sayanın üzerinden sarmaş dolaş sokağa sarkardı. Kapı yol üstü, ev içerlekti. Duvarları çivit kokardı. Evin tek musluğu bahçenin tam ortasında bir yerde akardı. Helada su ihtiyacı “Menemen Bardağı’ndan” karşılanırdı. Evet mutfakta da, tuvalette de su yoktu.
Şimdiki gençlerin bu su bulunmayan mutfakları ve tuvaletleri beyninde canlandırmaları zor. Ama bunları birisi ak kağıda dökmeliydi. O güzellikler unutulmamalı idi. Güzellikten kastım susuz tuvalet değil elbette. Televizyon gecelerimizi esir almamıştı. Hiçbirimizin telefonu, bulaşık makinesi, buzdolabı, çamaşır makinası yoktu. Böyle kavramlar da yoktu. Haliyle olmayan bir şeye özlem de duyulamazdı. İnsanlar daha kanaatkârdı. Ve evet, evet insanlar daha mutluydu.
Bütün mahalle sanki büyük bir aile gibiydik. Herkes birbirinden haberdardı. O kadar ki tokaç sesini işitince hangi evde çamaşır yıkandığını bile bilirdik. Mesela Nazmiye Hanım Teyzem güçlü kuvvetli, iri kıyım bir kadındı. Onun tokaç sesleri gümbür gümbürdü. Anamınkiler ise onun yanında cılız pıtpıtlar gibi kalırdı.
Bir evde özel bir yemek pişse, ucundan biraz da yan komşuya gönderilirdi. Evler hep bahçeli, birbirlerinden çok da yüksek olmayan duvarlarla ayrılmıştı. Yemek çoğu kez bahçedeki ocakta pişerdi. Örneğin şöyle bir tablo sıklıkla yaşanırdı. Öğle vakti bahçeye çıkan yaşlı teyze, şöyle bir havayı koklar ve arkasına dönerek "Obu gari, Gocabıyı'lan yini gelin gine badılcan bişirmiş yalım" derdi.
Ben çok yaramaz bir velettim. Anamdan dayak yemediğim gün pek nadir olurdu. O nadir günlerde de anamın bir sonraki mesaisi için enerji depoladığını düşünürdüm. Anam beni dövmeye başladığında beni kurtarmaya ilk gelen, hep Horyabam olurdu. Horyabam temel komşumuzdu. Bende çok emeği vardır. Onun hakkını hiç ödeyemem. Ama anam beni dövme hazırlıklarına başlarken ben yaygaramın tonunu Hafız Teyze'me göre ayarlardım. Hafız Teyzem sağdan üçüncü komşumuzdu. Horyabam çok sık gezmeye gittiğinden, benim adıma bazı şanssız seanslarda o evde olmayabiliyordu. Bu nedenle ben kurtuluşumu garantiye alabilmek için, feryadı figanımı Hafız Teyze'me göre ayarlardım. Hey gidi günler.
İstedim ki bu kitap o güzel çocukluk yıllarıma, o yılların Kırkağaç'ına, şimdi hepsini rahmetle andığım Horyaba'ma, Hafız Teyze'me, Üsen Abe'me ve bütün ötekilere gönülden gönderilen bir selam olsun.”
Ümit Evran
İzmir, Ocak 2000
|
||
|
||
Etiketler: MERHABA, |
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.